13/08/2024
KARANLIĞA YAKILAN ATEŞ…
Uğur Pişmanlık
Kerim Afşar’ı tanıma şansına sahip olan ender kişilerden biri olduğumu düşünüyorum.
Radyo Tiyatrosu’nun dinlendiği dönemlerde, o benzersiz sesi dinleyip de etkisinde kalmayan var mıydı acaba?
O ses. O sesi tanıyordum. Kerim Afşar’ı ilk sesinden tanıdım. Çocukluk yıllarımızdı. Babamın bekârlık yıllarında aldığı, neredeyse bir televizyon büyüklüğündeki lambalı Alman Wega marka bir radyonun başında kerdeşlerimle “Radyo Tiyatrosu” dinlediğimizde tanıştım o sesle.
O radyolu zamanlarda okumak dışındaki en keyif aldığımız, sabırsızlıkla beklediğimiz “Radyo Tiyatrosu” ve “Arkası Yarın”ı ve benzer programları dinleyerek büyüdük, kitaplarla büyüdük.
Herkesin evinde radyo olmadığı yıllardı.
Radyonun bizim kuşak için, benim için anlamı çok başkaydı. Büyülü bir kutuydu radyo. Anadolu halk türkülerini sevdik radyoyla, haberlere ajans denirdi o zamanlar.
Delikanlılık yıllarında başka şeyler de keşfettik radyoda, Moskova Radyosu’nun Türkçe yayınlarını dinlerdik. Yine Belgrad Radyosu, Sofya, Warşova, Bizim Radyo…
Sonra iyice büyüdük. Orhan Veli’nin şiirindeki dizelerdeki gerçeklikle yüz yüze geldik; “Büyüdüm, işsiz kaldım, aç kaldım/Para kazanmam gerekti/Girdim insanların içine insanları gördüm”.
Hayatın içindeydim artık. Çalışıyordum. Gazetlere yazı ve haberler yazdığım ilk yıllardı.
Gelin köylü olarak İstanbul’dan gelip Tarsus’a yerleşen Barbaros Hayrettin Yarkın, Tarsus’un kültür yaşamına pek çok şey kattı. Bunlardan en önemlisi, Tarsus’taki harap kiliseyi Kültür Bakanlığı’ndan 10 yıllığına kiralayıp burayı bir sanatevine dönüştürmesiydi.
Barbaros Bey, eşiyle özel bir çocuk kulübü işletirken bir yanda da “Yol” adıyla bir yerel gazete de çıkartıyordu. Ben bu gazeteye de yazılar yazıyor ve haber geçiyordum.
Barbaros Bey, 1990’lı yılında bir girişmde bulunarak Çukurova Kültür Sanat Eğitim ve Turizm Vakfı (KETSAV)’nı kurdu. Vakıf adına kiraladığı ve sanatevine dönüştürdüğü kilisede etkinlikler gerçekleştirmeye başladı. Şair, mimar Cengiz Bektaş da o zamanlar kilisenin restorasyon projesini hazırlıyordu.
Fotoğraf çekip sergiler açan ben de bu kültür etkinliklerinin organizasyonunda gönüllü olarak çalışıyordum. *
Tarsus’a gelen yazarları, sanatçıları karşılıyor, onların ihtiyaç duyduğu şeyleri sağlıyordum. Böylece pek çok yazar, sanatçı ile akademisyenle tanışma, onlarla birçok şeyi paylaşma ve yapılan etkinliğin bir parçası olmanın keyfini yaşıyordum.
Kültür Bakanlığı’nın Ketsav vakfının sözleşmesini iptal edip, kiliseyi geri alana kadar 1990-1993 yılları arasında buraya yıllarda kimler gelmedi ki?
Aziz Nesin, Yaşar Kemal, Muzaffer İzgü, Rutkay Aziz, Deniz Türkali, Türkan Şoray, Halil Ergün gelenlerden sadece bazılarıydı.
Yine yeni bir etkinlik yapılacaktı.
Programda Kerim Afşar vardı. Sait Faik öyküleri ve Orhan Veli şiirlerinden oluşan “Yaşasın Edebiyat” adlı oyunu sahneleyecekti.
Kerim Afşar’ı Tarsus’a geldiği gün karşıladım. Etkinliğin yapılacağı kiliseye gittik. Bahçede birlikte çay içtik.
Kerim abi bir sigara yaktı. Kilisenin içine girdi, inceledi, sorular sordu.
Kilisenin tarihçesini anlattım. Biraz Tarsus üzerine konuştuk. Kerim abi, sohbetimizde konuyu oyuna getirip oldukça büyük mumlar lazım dedi. Haberim olduğunu bulup getireceğimi söyledim.
Tarsus’ta büyük mum bulamazdım. Mersin’e gittim. Paşabahçe mağazından mumları alıp getirdim. Kerim abi, “Hahh işte bunlar, tam istediğim gibi sağol Uğurcuğum” dedi. Son derece nazikti. Sesinin tınısı bile insanı sımsıcak sarmalamaya yetiyordu.
Günü, saati yaklaştığında hazırlıklarını yapmaya başladı. Ben de ona yardım ediyordum. Sahne dekoru bir masa ve sandalyeden ibaretti. Masadaki birkaç mum dışında, sahnenin köşelerine de mumlar yerleştirdik.
Ve sahne… Edebiyatımızın bir usta öykücüsü diğeri romantik şairi Sait Faik ve Orhan Veli’nin eserleri usta bir tiyatrocu, davudi sesli oyuncu Kerim Afşar tarafından oynanıyordu. Oyun değil, sanki canlı yaşanıyordu. Tıpkı, yıllar önce Marmaris’ta Müşfik Kenter’in “Bir Garip Orhan Veli” oyununu izlerken aldığım derin hazzı yaşıyordum.
Kilisedeki kalabalık, derin bir sessizliğe bürünmüştü.
Bense, bir yandan Kerim Afşar’ı izliyor diğer yandan fotoğraf çekiyordum. Bu kitapta yer alan birkaç kare fotoğraf o günlere aittir.
Kerim Afşar, sahnede karanlığın içinde konuşuyor. Bazen ayakta, bazen masada. Sonra sahnenin orta yerine yürüyor, yavaşça yere oturuyor, hafif yana kaykılıp, sandalyeye yaslanıyordu. Konuşmasını sürdürürken, cebinden sigara paketini çıkardı. İçinden bir tane aldı. Usulca avcunun içinde yaktı. Kibritten şavkıyan ateş yüzünü aydınlatıyordu.
İşte o sahnede, oturduğu yerde, ağzının ucundaki sigaraya kibriti çakıp yaktığı ateş, adeta karanlığa karşı bir ışıktı, bir aydınlanma ateşiydi.
Oyunda, o ateş, Kerim Afşar’ın ta kendisiydi. Onun tiyatro sanatıyla, tiyatronun diliyle gerçekleştirdiği eylemin ateşiydi. O ateş bu ülkenin aydınlanma meşalesiydi. O ateş bu toprakların daha güzel ve aydınlık günlere ulaşması için mücadele eden ve bedel ödeyen aydınlardı.
Bu, tiyatrodan, sinemaya, edebiyattan müziğe kadar toplumu gerçeklerle buluşturan ve yüzleştiren ve aydınlatan sanat ateşiydi.
Kerim Afşar, hayata gözlerini yumdu. Geride çok sayıda, tiyatro oyunu ile sinema filmiyle… Ve sesini bize miras bıraktı. Bir de elindeki ateşi.
Ama o, onun tanıyanlar, gelecekte tanıyacak olanlar nezdinde gökte yıldız, yerde ateştir. Yaptıklarıyla, tiyatro sanatına kattıklarıyla ve anılarda yaşamayı sürdürüyor. O da Gılgamış gibi ölümsüzlüğü buldu ve gitti.
Sahnede elinde tuttuğu ateş yanmaya ve aydınlatmaya devam ediyor, edecek de. O ateş hiç sönmeyecek…
Bu kitap, işte o ateşten doğdu.
***
* Sahneye Uyarlanmış Bir Yaşam, Uğur Pişmanlık, Tarsus Belediyesi Kent Yayınları’ndan çıkan kitaba yazdığım sunuş yazısı.